
İz Bırakmalı Dostlara
Yaşamak, sanıldığı gibi var olmak yada sana verilen bir ödül değildir.
Yaşamak, seni sevdiklerinden, sevdiklerini de senden ayıran oyunun ilk perdesidir.
Yaşamak, sonun başlangıcıdır aslında.
Yaşamak, oyunun olmazsa olmazıdır. Yaşayacaksın ve geride bırakacaksın sevdiklerini, sevenlerini.
Yaşamadan olmaz…
…
Gün gelecek, oyun bitecek ve senin için toplanacak insanlar cami avlusunda.
Ağlayacaklar, üzülecekler, ağlayışların ve üzüntülerin gidene olmadığını bile bile.
Aslında, gidene değil kendine ve yalnızlığınadır ağlayışlar.
Çünkü bencildir insanoğlu, giden gitmiştir artık, zordur kalan için hayat.
Yalnızlık, tek kişilik bir oyunun, dolmayan doldurulamayan boşluğudur.
Sadece hatıralar, anılar ve Bırakılan İzler vardır artık.
…
Geceye teslim olmaya yüz tutarken saatler,
Telefon, zor ve acı haberi vermek için hızlı hızlı çalıyordu.
Dayın öldü dediler…
Gecenin karanlığında acı haber yalnız yakalamıştı. Tutunacak, sarılacak kimse yoktu yanı başında. Çığlık bir külçe gibi göğsüne oturmuştu. Ağlasa, bağırsa, çığlık atsa rahatlayacaktı ama acı haber öyle ağır gelmişti ki gencecik bedenine…
Bakışları dondu, bedeni kasıldı, olduğu yere yığıldı, telefon düştü elinden …
Ali, Ali, Ali…… diye devam etti telefon…
Merdivenleri atlayarak iniyordu. Hem koşturuyor hem de bir taraftan da Allah’ım ne olursun ölmesin dayım, yalan olsun bu haber…
İlk bulduğu taksiye atlayıp, çabuk, çabuk bas gaza diye bağırıyordu. Çabuk giderse dayısının ölmesine engel olacağını yada ölümün habercisi Azrail’in elinden alacağını düşünüyordu.
Gencecikti, toydu Ali. Ölüm nasıl bir şeydi bilmiyordu. Çok sevdiği, arkadaşı, dostu, hayata dair her şeyini paylaştığı dayısının acı haberiyle öğrenmişti ölümü. İçine ateş düşmüştü. Canı yanmıştı. Ölüm nasıl kıyardı, gencecik dayıma diyordu.
Yol uzadıkça uzuyordu. Son bir ışık kalmıştı dayısına yetişmeye. Eve yaklaşırken daha taksi durmadan yayından fırlamış ok gibi atıverdi kendisini yola…
Ağıtlar, ağlaşmalar, oy oy oy kurban olayım ben sana, sen ölmeyeydin de ben öleydim diyordu Annesi. Ana yüreği, yaşamını evladına feda ediyordu, can bedenden çıkmış, Osman’ı, biricik yavrusu ebedi aleme göç etmişti. Hemde habersizce…
Sarılmıştı dayısının cansız bedenine Ali. Osman dayı… dayı sen ölmedin değil mi? diye hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ben ne yaparım dayımsız, sensiz … Evin duvarlarını yırtarak göğe yükselen sesi dağlıyordu yürekleri.
Aile büyükleri zaptetmeye çalışsa da güçleri yetmiyordu. Canından çok sevdiği dayısı ayrıldı habersizce Ali’sinden.
Acısı her geçen gün derinleşirken, geçen zaman acısını dindirememişti. Belki acısını hafifletir diye bir hatırasını yanında taşımak istiyordu.
Odaya yaklaştı. Deprem oluyorcasına yer sallanıyordu. Ayakları gitmiyordu, kalakaldı. Takati kalmamıştı. Yüreği titriyordu, Göz yaşları perde olmuştu gözlerine. Zorda olsa uzandı, hafifçe kapıyı araladı. Sanki dayısı odada gibi rahatsız etmeden içeri girdi. Duvarlar dayısının “Ali, Ali nasılsın hoşgeldin” deyişiyle yankılanıyordu. Gözleri büyümüş, kalbi dışarı fırlayacak gibiydi. Eliyle kalbini bastırıyor, perde olmuş gözyaşlarını iki eliyle sildi, kafasını ellerinin arasına alarak, Allah’ım bana dayanma gücü ver diyordu.
Her yana baktı bulamamıştı bir şey. Bir tespih, bir yüzük, bir kalem, ruhuna, bedenine, yüreğine iyi gelecekti Ali’nin.
Umudunu kesmişken dolabın köşesindeki kıravatı aldı usulca, dokundu, göğsüne, kalbinin tam üstüne bastırdı. Uzun zamandır hiç yaşamadığı, adını bilmediği bir ferahlık kapladı içini. Yüreğindeki yangın bir an olsun sönüvermişti. Hiç bitmesin istiyordu bu an. Sürekli yanında taşıyamayacaktı ama dayısıyla yaşadıklarını hatırlatması rahatlatacaktı Ali’yi.
…
Halk ozanımız Aşık Veysel “uzun ince bir yoldayım, bilmiyorum ne haldeyim,” diye özetliyordu hayatı.
Bu uzun ince yolda, iki kapılı handa, neler neler yaşıyor insanoğlu…
Bir yüzük, bir tespih, hoş bir seda, bir hayrât hepside bizi hatırlatacak izlerdir. Ya Ali, Ali’nin aradığı şeyde bu değil miydi.
Süt beyazı saflığında tertemiz bir sayfa ile merhaba deriz hayata. Bıraktığımız izler, iyilikler hızır olur daraldığımız zamanlarda, miras kalır sevenlerimize.
Ruhumuzu güzelleştiren incilerdir, iyiliklerimiz. Saklanmalı, gizlenmeli herkesten.
Dünya ve ahiret hayatımıza değer katacak, zamanın ötesine geçecek yegane şey iyiliklerimizdir. Bir yaşlıyla sohbet, bir yardım, bir selam, bir ağaç dikme, merhamet, hoş bir seda, hepsi bir iz, bir eserdir hayatımıza.
Dünyaya gelişimiz kucakta sevinçle,
Gidişimiz omuzlarda hüzünle,
Gelişimiz bir heves, gidişimiz bir nefes,
İz bırakmalı geride kalan dostlara, sevenlere…

Hayata Selam !!!

Kıymetini Bilelim...
Bunları da beğenebilirsiniz

Dünya vatandaşı Olmak
16 Haziran 2007
1.Bölüm: Kamudaki Süreçlerin Etkin Yönetilmesi
30 Kasım 2016