Hayata Selam !!!

Bilir misiniz?

Yaşlı çınar ağaçlarının, içleri çürüdüğü halde yaşamlarına devam edebildiklerini.

Nasıl olur? diye, sormaz da hiç kimse,

Neden sorsun ki; nasılsa o koca çınar yaşıyor ve ayakta. 

Yaşamayı, ayakta durabilmek olarak algılamaktır belki de yanlışımız.

Yada başkaları adına yaşamaktır.

Çınar ağacı gibidir Selam durduğumuz Hayat, başkalarının huzuru, rahatı ve mutluluğuna hizmet etmektir belki de.

Döküyordu yapraklarını ulu çınar hüzün dolu dallarından, toprağı kucaklasın ve süslesin diye. Yeltenirken toprağa süs olmaya yapraklar, rüzgar kollarına alıp uzaklara götürüyordu hesapsızca.

Kışa teslim olmaya yüz tutan toprak, güze çalan havanın yeşili karaya çevirmesine müsaade edercesine sonbaharı uğurlar gibiydi.

Derken karalığı toprağın, tıpkı bir gelin gibi karlarla beyaza, saflığa büründüğüne bir çınar ağaçları birde yuvasız kuşlar farkındaydı.

Kış gelmişti, hava çok soğuktu. 

…..

Kırık camlı penceresinden dışarıyı seyre daldı. Tellerin üzerinde, sanki her şeyin sorumlusu ve suçlusu onlarmış gibi tek ayakları üzerinde duran kuşlara, sonrada uzaklara gitti hüzün ve acı kokan bakışları.

Öyle soğuktu ki hava, nefes üşürdü, insan üşürdü, canlar üşürdü…

“Allah’ım kimi, kimsesi olmayanlara, evsizlere, garibanlara bu kış gününde sen yardım eyle.” diye dökülüverdi  dudaklarından. 

Çünkü o bir “Koca Çınardı”. Başkalarının huzuru, rahatı ve mutluluğuna hizmet etmekti görevi…

İçi geçti, 

Yüreği sessizleşti,

Göz yaşları ağır bir yolculuğa yelken açmak üzereyken, canının yarısı, dertlerinin ortağı…

Bey, sofra hazır…

Bey … Bey … 

dedi peş peşe  evin hanımı.

Aniden irkildi yığıldığı yerden. Kalktı tüm heybeti ile Koca Çınar.

Odasından sofraya giden bu 3-5 adım, her seferinde öyle uzun geliyordu ki…

Yokluk ağır bir imtihandı, çocuklarının doyup doymayacağını düşünürdü hep.

Babaları gelmeden yemeğe başlamazlardı evlatları. 

Baba usulca elinde ekmek ile bekleyen evladının yanına otururdu. 

Bilirdi ki en çok acıkanın O olduğunu. 

Yaradana hamdü-senalar olsun, verdiği nimetlere binlerce kez şükürler olsun diyerek besmele ile ilk kaşığını tabağa uzatırdı.

Baba, haydi afiyet olsun evlatlarım, ben tokum ama yine de sizlere eşlik edeceğim.

Kaşığını ağırdan ama yarım götürürdü ağzına. 

Arada siz gençsiniz, çabuk büyümeniz için çok yemelisiniz diyerek durumu idare etmeye çalışırdı.

Ahmet amca, 1.90 boylarında, heybetli, şakakları hafif içe çökük, güleç yüzlü birisiydi. 

Çocuktan yaşlısına kadar tüm köylünün güvenini kazanmış sevilen bir simaydı.  5 erkek çocuğu vardı. Hep bir kız evladı olsun istemişti ama yaradan nasip etmemişti. 

Var bir hikmet deyip Yaradan’ın hikmetini sual etmemişti.

Yoklukla imtihanı ağır geçmiştir. Ama hiç şikayetçi olmamış. Helal, haramı bilen, merhamet sahibi, devletine bağlı ve elindeki nimetlere kanaat getiren hayırlı evlatlar yetiştirmeye çalışmıştı. 

Günler, aylar, uzun yıllar geçti. En büyük evladı evlendi, çoluk çocuğa karıştı. Yokluk uzun zaman kapısını terk etmemişti.  Zor günlerden birinde çocuklarının iştahla yemek yiyişlerini seyre daldı.  Kendisi de çok açtı ama yese çocuklarına yetmeyecek ve aç kalacaklardı. Bilinçsizce kaşığını ağırdan yarım doldurarak yemeye çalıştı. 

Sonra tekrar evlatlarına baktı, yemekte yarış halindeydiler. 

Babasıyla, kardeşleriyle yemek yedikleri sofra, bir sahne gibi gözünün önünden geçti.

Ben yersem evlatlarım aç kalacak dedi ve elindeki kaşık titremeye başladı.

“Ben tokum, siz yiyin evlatlarım” yankılandı kulaklarını sağır edercesine, hayat durdu, tutuldu, nefesi kesildi, göz yaşlarını hapsetti gözlerine …

Karanlık çöktü gözlerine..

Babam …

Babam dedi …

Bizim için …

Biz doyalım diye…

Her sofraya oturuşunda ben tokum derdi bize …

Her gün tok!!! oturup aç kalktığı sofraya,

Biz hiç düşünmezdik, nasıl yemeden tok olunur,

Taki baba olana kadar. 

Çınar olana kadar…

Hepimizin hayatında, yokluk, zorluk, imkân, varlık hep olmuştur. Buna dair herkesin bir hikayesi vardır mutlaka.

Peygamber Efendimiz “Kanaat bitmez, tükenmez bir hazinedir.” buyurmuştur.

Varlığa da yokluğa da kanaat etmeliyiz.

Şükretmeli, teşekkür etmeli hayata.

Zorluklar, hep yokluktan yaşanmaz, bazen varlıklada yaşanır.

Rüzgarın varlığıyla mücadele eden uçurtmayı düşünün. 

Hem varlıkta hem de yoklukta umutsuzluk, pes etmek öldürür insanı.

Tam yanlarımız, eksik yanlarımızın elinden tutmalı.

Şikayetleri, sızlanmaları, söylenmeyi bir kenara bırakıp, imkansızlığa, yokluğa,  varlığa ve fazlalığa kahretmeden kanaatkar  bir şekilde anı yaşayarak hayatı selamlamalıyız.