Biz Yedik Ölmedik (Uzun Sürüm)

Yemek yemeyi sadece karın doyurma eylemi olarak görmek, sosyolojik ve kültürel değerlerimize sırt çevirmekle eş değerdir. İnsanlık tarihi kadar eski olan yemek yeme kültürü, ulusların ve devletlerin toplumsal statüsünü belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Bugün kendi yeme kültürünü ve yemeklerini dünya genelinde tanıtan ve pazarlayan ülkelere baktığımızda hem teknolojik hem de ekonomik olarak dünyanın güçlü ülkeleri olduklarını rahatlıkla görmekteyiz.

Bu anlamda; pazarlanan ve sunulan şeyin aslında yemek değil, ülkelerin milli ve yerli değerleri olması, millileşmek ve yerlileşmek için yeni hamleler yapmamız gerektiğini bizlere acı bir reçeteyle sunmaktadır. Yıllardır milli ve yerli değerlerimize sahip çıkmayarak, küreselleşmenin bizlere zorla benimsettiği değerleri, değerlerimiz gibi görmemiz sonucu birilerinin yemeklerini yiyebilmek adına öz kaynaklarımızı harcayarak heba ettik. Sorunu sadece karın doyurma eylemi olarak görmemiz, zamanla daha kolay olanı seçip başkalarının hazırladığı ne kültürümüz ne de yaşam tarzımızla uyumlu olmayan yemekleri yememize neden olmuştur.

Bizler, ulus olarak hakim olduğu coğrafyaya medeniyet getiren, tarih boyunca hür ve egemen yaşamış bir milletin torunlarıyız. Fakat bugün, bu hürriyet ve egemenliğin değerini bilmeden teknolojik olarak dışa bağımlılığı, medeniyet olarak batı kültürünü taklit etmeyi başarı zannederek yaşantımıza devam etmekteyiz.

Bir neslin yetiştirilme şekli o neslin dünya sahnesindeki yerini belirler. Yeniliğe ve değişime kapalı, sadece başkaları yapsın, denesin sonra ben deneyeyim kültürü ile yetişen bir neslin; kendine has yeni teknoloji üreterek dünyaya pazarlaması neredeyse imkansızdır.  

Yemek yeme eylemini bile bizlere “önce başkaları yesin, sonra sen ye” diye öğreten ebeveynlerimiz aslında bilmeyerek yeniliğe açık bir neslin yetişmesine ket vurmaktadırlar. Annelerimiz çocuklarına daha önce tatmadığı bir yemeği, ilk defa yedirmek istediğinde, çocuklarımız önce “Hayır, ben bunu bilmiyorum, tanımıyorum ve yemeyeceğim.” dercesine başlarını sağa sola sallarlar ve yemeği yemezler. İşte sorun burada başlıyor. Annelerimiz  çocuklarının üretkenliklerini ve özgüvenlerini yok etmelerine yol açan bir davranış sergileyerek; önce yemeği tadıp zararlı bir şey olmadığını, yenilebilir ve lezzetli bir şey olduğunu çocuğuna gösteriyor ve ardından çocuğuna yediriyor. Hepimiz mutlaka bu sahneyi ya görmüş, ya yaşamış, ya da anne baba olunca bizatihi şahit olmuşuzdur. Bu davranış şekli çocuklarımızda “önce başkaları yapsın, zarar görecekse onlar zarar görsün, bana bir şey olmasın.” düşüncesine dayanmakla birlikte, üretkenliklerinin yok olmasına neden olmaktadır. Dolayısı ile başkaları tarafından üretilmiş ve yine başkaları tarafından denenmiş ürünlerin kullanılmasını teşvik etmiştir. 

Dışa bağımlılığı sıfıra indirmek için ‘‘önce biz deneyelim, zarar göreceksek biz görelim” diye risk alarak ülkemizin teknolojik bağımsızlık hedefine yönelik “Milli Teknoloji Hamlesi” rotasıyla yerli ve açık kaynak ürünlerle model kurum olma yolunda çok aşama katettik.

Bu rota kendi insanımız, kendi teknolojilerimiz ile kendimize ait söylemlerimizden geçmektedir. Yerli ve açık kaynak ürünler teknolojik bağımsızlığımızı sağlayacaktır. Fakat süre gelen ezberletilmiş çaresizlik, alıştırıldıklarımız, öğretildiklerimiz, inandırıldıklarımızdan dolayı bir türlü bu yeni yemeği yemeye cesaret edemiyoruz. “Aman ha bu ürünü kullanırsan …………. olur.” diye devam eden cesaret kırıcı cümleleri çok duymuşsunuzdur. Ama bir gerçek vardı ki birileri yemeden bizlerin o yemeği yememiz gerekmektedir. 

Milli Teknoloji Hamlesinin ülkenin her sathına yaygınlaşmasının kırılma noktası burasıydı. Kişisel olarak altı, AFAD olarak yaklaşık dört yıldır üzerinde çalıştığımız ve kullandığımız yerli ve açık kaynak ürünleriyle bu teknoloji hamlesine model kurum olma yönünde çok yol aldık. Yıllarca başka kültürlerdeki insanların yaptığı yemekleri yedik. Hazır ve sınırları belli ürünler sunulunca teknolojik alanda kendimize olan güvenimiz her geçen gün kayboldu.

Elbette burada bir konuyu gözden kaçırmamak gerekiyor. Ürünleri ihtiyaç temelli konumlandırmak gerekiyor. Herşeyi yerli ürünlerle çözemeyebiliriz. Teknoloji hamlesi süreçlerini uçtan uca düşünmeliyiz. 

Yerli ürünlerimiz; vatandaş, E-Devlet, üniversiteler, teknokentler, firmalar, son kullanıcılar, veri merkezi altyapılarında çözüm üretebilir ve geliştirilebilir yapıda tüm ekosistemi kapsaması gerekiyor. 

Burada yabancı menşeili ürünleri dışlamak yada karşı tarafa koymak yerine, yerli ve açık kaynak ürünlerle beraber entegre çalıştırarak onların teknolojilerinden ve birikimlerinden faydalanmamız gerekiyor. Yani Ahmetlerin, Fatihlerin ve Helgaların, Johnların, Gateslerin geliştirdiği ürünlerin de ihtiyaç duyulduğunda yeri geldiğinde yerli ve açık kaynak ürünlerle beraber çalıştığı modelleri de geliştirmemiz gerekiyor. 

AFAD’ta dijital dönüşüm yolcuğumuzu Fatihlerle, Yavuzlarla, Mustafalarla, Kemallerle, Ayşelerle, Zeyneplerle gerçekleştirdik. Bu yolculuk sonrasında ülkemize kilometrelerce yol, hastane, okul inşaa edecek paralar da ülkemizde kaldı. Kendi insanımızla teknoloji geliştirdiğimiz projelerimiz bir bir tamamlanırken gün sonunda paramızın artması ayrı bir güzellikti. Böylece hem tecrübe ve para ülkemizde kalarak milli ve yerli  ürünlerimiz oluşabilecek, hem de firmalarımız kazandıkları paralarla sadece ulusal değil uluslararası alanda da hedefler koymaya başlayabileceklerdir. 

Milli ve yerli ürünlerin kurumsal altyapımızda kullanarak bir anlamda işveren gibi istihdam  ve sonrasında da ürünlerin gelişimine katkı sağladık.

Tam bu noktada AFAD olarak, firmalarımıza yabancı ürünlerin yeteneklerini sayarak “Bu var mı? Şu var mı?” diye kıyaslamaya sokmak yerine ulusal ihtiyaçlarımızı hedef göstererek yerli ürünlerin olgunlaşması, gelişmesi için emek, sabır ve hoşgörsümüzü eksik etmedik.

Bu felsefeyi sadece bilişim alanıylada sınırlı düşünmemek gerekiyor. Sosyal ve toplumsal hayatta, çocuklarımızın yetiştirilmesinde, yeteneklerinin gelişiminde, eve alacağımız cihazlarda yani bu felsefe aile, okul, iş yeri hayatımızın her alanına uygulamamız gerekiyor. 

Fırsat verildiğinde güzel işler çıkarmayı bekleyen Fatihler, İbn-î Haldunlar, Mimar Sinanlar, Mustafa Kemaller, Piri Reisler, El Cezeriler, İbn-î Sinâlar var. Yeter ki onlara bu fırsatı verelim. Yeter ki milli teknoloji hamlesinin meşalesini onlarla yükselteceğimizi kulaklarına fısıldayalım.

AFAD olarak yeteneklerini ihtiyaçlarımız haline gelen ürünler yerine ihtiyaçlarımızın yetenek haline geldiği ürünlere odaklandık ve sistem altyapımızda yirminin üzerinde kullandığımız yazılım uygulaması var. Allah’a şükür, hepsi sorunsuzca çalışmaktadır. Varın şimdi sizler de kullanın, ülkemiz Milli Teknoloji Hamlesi’yle değişimi bir an önce tamamlasın. Ve sonrasında edindiğimiz tecrübelerimizi, ürünlerimizi gönül coğrafyamıza götürelim. Biliyoruz ki teknolojimizin gittiği yere firmalarımız da, kurumlarımız da, hülâsa ülkemiz gidecek, ecdadımızın hüküm sürdüğü toprakları teknoloji ile yeniden fethedeceğiz.

Yerli ve açık kaynak ürünler “Ülkemizin Bekası” için teknolojik bağımsızlığımızı sağlayacaktır. Fakat süre gelen ezberletilmiş çaresizlik, alıştırıldıklarımız, öğretildiklerimiz ve inandırıldıklarımız bu yeni yemeği yeme konusundaki cesaretimizi kırarak Milli Teknoloji Hamlesi’ne engel olunmuştur.

Yineleyerek diyoruz ki ülkemizin ve ulusal bilişimimizin BEKASI için BİZ YEDİK ve ÖLMEDİK. Yerli ve açık kaynak ürünleri kullanıyoruz,  ne hizmetlerimiz aksadı,  ne de biz öldük.

… ve artık sıra sizde.